Connect with us

LoL

Akali’nin yeni hikâyesi tanıtım videosuyla birlikte paylaşıldı

Akali için bir hikâye bir de tanıtım videosu paylaşıldı.

League of Legends’ın değişen şampiyonu Akali yeni hikâyesiyle karşımızda. “Wehle’den Çıkış” ismiyle paylaşılan hikâye Akali’yi biraz daha tanımamıza olanak tanıyor. Bir diğer yandan, paylaşılan video ile yenilenen bu şampiyonun nasıl göründüğünü resmi kanaldan görmüş oluyoruz.

Akali’nin yeni hikâyesi şöyle görünüyor:

Ah— Hey! Bo’lii!” diye bağırıyorum. “Fazla derine batırmadın mı sence de?”

Diz çöküp üstüme eğilmiş olan vastayanın gözlerinin içine bakabilmek için, kafamı yatmakta olduğum hasırdan kaldırıp geriye çeviriyorum. Sırtımdan kan aktığını hissedebiliyorum.

“Biraz daha dikkatli olsana,” diye ekliyorum.

Bo’lii qua’lo‘suyla mulee‘sini, yani dövme yapmakta kullandığı araçları omzumdan çekiyor. Bunlardan ilki ufak bir çekiç, ikincisi de keskiye benzeyen, yılan kemiğinden yapılma bir alet. Başka dövmeciler diğer hayvanların kemiklerinden ya da metalden yapılmış olanlarını kullanıyor ama yılan kemiklerinin içindeki boşluk, Bo’lii gibi bir ustanın işlerinde kullanmak istediği incecik çizgileri çizmek için ideal. Kanımın bir damlası daha mulee’nin ucundan sızıp sırtıma damlıyor. Bo’lii gülümseyip kanı eski bir kumaş parçasıyla siliyor ve başını iki yana sallıyor. Sonra Durmamı ister misin? dercesine ellerini kaldırıp omuz silkiyor.

Ama konuşmuyor. Ben buraya gelmeye başlamadan çok önce, Noxus’lu askerler dilinin büyük bir kısmını kesmiş. Fakat onu, bir bakışıyla neyi kastettiğini anlayacak kadar iyi tanıyorum. Çalışmaları, çekilen azıcık rahatsızlığa fazlasıyla değiyor.

Kan mı? Az bir şey kan dökülmesi umurumda olmaz. Kendi kanım değilse, çok dökülmesini de umursamam.

“Biraz temizle yeter. Fazla vaktimiz kalmadı,” diyorum.

Bo’lii mulee’ye qua’lo’yla vurarak mürekkep eklemeye başlıyor. Yabani Raikkon meyveleri ve sadece Vlonqo tepelerinin güney yamaçlarında bulunan tılsımlı çiçeklerin yaprakları ezilerek üretilen, en kaliteli, en parlak renkli mürekkepler onda bulunur. O büyük bir usta, ben de onun tuvali olmaktan onur duyuyorum.

Weh’le’ye, Shen’e kulak asmayı bıraktıktan kısa bir süre sonra geldim. Yıllarımı Kinkou Tarikatı’nda “adımlarımı dikkatli atarak” geçirmiştim. Ama Shen yapılması gerekenin ne olduğu hakkında yanılıyordu. Benim hakkımda da.

Kendimi tutmak benim kişiliğimde yok.

Yine hasıra uzanıp çenemi ellerimin üstüne yerleştiriyorum. Gözlerimi, Bo’lii’nin tavernasına açılan kapıya dikiyorum. Mekânı temiz ama havada ağır bir suçluluk var. Taverna hırsızlarla, haydutlarla ve yanlış kararlarla dolu. İnsanlar Bo’lii’ye Weh’le’den, Ionia’dan kaçış ayarlaması için geliyorlar. Çünkü Weh’le’ye girmek zor… ama buradan çıkmak daha da zor.

Weh’le, Ionia’nın mistik özellikleri sayesinde korunan gizli bir kıyı köyü, hayalet bir liman. Fae’lor’un aksine yabancılara pek kucak açmaz, haritalarda da bulunmaz. Weh’le göründüğü zaman hep kendi istediği şekilde görünür ve insanları kendisine ulaşmak için son derece ahmakça şeyler yapmaya zorlar.

Çoğu kişi zengin olmayı, keşif yapmayı ya da sadece temiz bir sayfa açmayı umarak denizden yaklaşır ama umutları bir anda suya düşer. Önce; onları çağırmış olan kıyılar, içinde büyü şimşeklerinin çaktığı, yoğun, çivit mavisi bir sis perdesinin içinde yok olur. Deniz şiddetle kabarıp inmeye başlar, sonra birbiri ardına devasa, acımasız dalgalar yükselir. Hayatta kalabilenler paramparça olmuş teknelerinin kalıntılarına tutunmaya çalışırken sis acımasız bir veda olarak kısacık bir anlığına geri çekilip onlara Weh’le’nin fenerlerini gösterir, sonra deniz onları Boğulanlar Körfezi’nin derinliklerine çeker.

O insanlar için elimden pek bir şey gelmez. Benim halkımdan değiller. Benim sorunum da değiller.

Bo’lii, mulee’yi saplamayı bırakıyor. Buraya başka birinin peşinden geldim.

Silah torbamın bacağıma dayandığını hissediyorum. Üstümde olmasını tercih ederim ama bu kadarı da içimi rahatlatıyor. Normalde durduğu yerde dursa içgüdüsel olarak aldığım üç kunai’yi atıp üç kalbe saplayabilirim. Hiç düşünmeden üç can alabilirim. Şimdi durduğu yerde olduğunda ise biraz düşünmek zorunda kalıyorum.

Kafamı tam zamanında kaldırıp, beklediğim adamın ön kapıdan girdiğini görüyorum. Etrafına, savaş kıyafetleri giymiş olan üç kişi dizilmiş.

“İşim kolaylaştı. Acaba hangisini öldürmem gerekiyor?” diye dalga geçiyorum.

Bo’lii gülüyor. Dili olmasa da gülebiliyor. Sesi biraz garip çıkıyor ama kahkahası gerçek. Yine başını sallayıp, her zaman yaptığı şeyi yapıyor. El işaretleri ve baş sallamalarıyla, bu sefer işimi adamlar mekânından çıktıktan sonra görmemi istiyor.

Torbamı kontrol edip tavernanın uğultusuna yönelerek “Bunun sözünü veremem biliyorsun,” diyorum.

Kapıda duraklayıp yine Bo’lii’ye dönüyorum.

Maskeyi suratıma çekmeden önce “Elimden geleni yaparım,” diyorum. Yüzümü görmeleri aslında sorun değil ama onlara güldüğümü görmeleri biraz ağır olabilir.

Yanında korumalar olan adam benim halkımdan. Kinkou Tarikatı’nın yakınlarındaki Puboe diye bir yerin yüksek kurul üyesi. Ama çoğu kişi gibi o da Weh’le’ye güven içinde varış, sonra da Ionia’dan kaçış ve altın karşılığında halkını satmış. Dolayısıyla artık benim sorunum.

Bu yüzden, yolu burada sona erecek. Evet, onu handa uyurken ya da Weh’le yolunda kamp kurduklarında da öldürebilirdim ama eğlenceli olmazdı. Deniz havasını tatmasını istedim. Sonu gelmeden önce bir anlığına içinin rahatlamasını istedim. Aynı zamanda suçlarının bedelini ödediğini ve böyle davranışlara müsamaha gösterilmeyeceğini herkesin görmesini istedim.

Her eylemin bir sonucu vardır.

Ses çıkarmadan yaklaşıyorum. Bira maşrapasını kaldırırken elleri titriyor. Korumaları beni fark ettiklerinde savunma vaziyeti alıyorlar. Etkileniyorum doğrusu.

Göremedikleri bir gülümsemeyle “Ooo, burada böyle görgülü davranışlar görmeye alışık değilim,” diyorum.

İçlerinden biri kararmış, göçük göçük olmuş bir çelik plakanın arkasından “Ne istiyorsun kız?” diye soruyor.

Kamamla konsey üyesini göstererek “Onu istiyorum,” diyorum. Kama, içinde dövüldüğü sihrin bin bir rengiyle parıldıyor. “Şu anda peşinde olduğum iş o.”

Korumalar silahlarını çekiyorlar ama bana doğru bir adım atamadan yoğun, kör edici bir duman halkasında gözden yitiyorlar. Kunai’ler uçuşmaya, et ve kemikten çıkan tatmin edici bir TUNK sesiyle hedeflerini bulmaya başlıyorlar.

Bir. İki. Üç.

Adım sesleri.

O yöne iki kunai daha fırlatıyorum. Önce metal şangırtısı, sonra kunai’lerin sekip duvarlara saplanırken çıkardığı STAK-STAK sesleri geliyor.

Yine adım sesleri.

Bakmadan bir shuriken fırlatırken “Kanınız oluk oluk akacak!” diye bağırıp, silahın hemen arkasından bir taklayla odanın öbür ucuna geçiyorum.

Duman halkasından çıktığımda, son korumanın da kapının yanında iki seksen yere serilmiş olduğunu görüyorum. Shuriken’in üç dişi nefes borusuna dibine kadar saplanmış. Göğsünün çok hafif inip kalktığını fark edebiliyorum. Tam emin olmak için yakasından tutup kaldırıyorum.

“Neredeyse ölüyormuş…” diye fısıldıyorum.

O anda, arkamdan bir gurultu sesi geliyor. Döndüğümde, dağılan dumanların arasından konsey üyesini görüyorum. Yere yığılmış, kan kaybediyor. Gözleri açık, tavernanın sağına soluna bakınarak başına neler geldiğini anlamaya çalışıyor.

Artık çok huzurlu görünüyor.

Akali’nin eski hikâyasiyse şöyleydi:

Dizginsiz büyüler diyarı Ionia’nın hayat dolu halkı ve güçlü ruhları uyum içinde yaşamaya çalışıyor. Ama bazen bu huzur dolu dengeyi korumak hiç de kolay olmuyor. Bazen birilerinin müdahale etmesi gerekiyor.

Kinkou, kendini Ionia’nın kutsal dengesinin koruyucusu olarak gören bir tarikat. Tarikatın sadık üyeleri hem ruhani hem maddi dünyada gezerek iki dünya arasındaki anlaşmazlıkları çözüyor, gerektiği zaman da güç kullanarak müdahale ediyorlar. Bu tarikatın üyelerinden meşhur Gölgenin Yumruğu Mayym Jhomen Tethi’nin, Akali adlı bir kızı oldu. Mayym ve eşi Tahno, kızlarını Alacakaranlığın Gözü Büyük Usta Kusho’nun dikkatli liderliğiyle yönetilen Kinkou Tarikatı’nın saflarında büyüttüler.

Ailesinin göreve gitmesi gerektiğinde, Akali’ye tarikatın diğer üyeleri ebeveynlik yaptı. Fırtınanın Kalbi Kennen küçük kızla saatlerini geçirerek ona shuriken kullanmanın inceliklerini öğretti ve güçlü olmaktansa hızlı ve çevik olmasına ağırlık verdi. Akali zaten “büyümüş de küçülmüş” bir çocuktu. Verilen her bilgiyi, suyu emen bir sünger gibi benimsiyordu. Annesiyle babasının yolundan gideceği kısa sürede belli oldu. Büyük Usta’nın kendisine selef seçtiği oğlu Shen’le birlikte, kendini Ionia’nın dengesini korumaya adamış yeni bir kuşağa liderlik edecekti.

Fakat denge uzun süre korunamaz. Kinkou tarikatı da bir gün ikiye bölündü.

Zed adında, dikbaşlılığından ötürü Kinkou’dan ayrılmış eski bir üye geri dönüp Kusho’yla şiddetli bir çatışmaya tutuştu. Sonunda, kanlı bir darbeyle liderliği ele geçirdi. Akali; annesi Mayym, Shen, Kennen ve birkaç başka üye ile doğudaki dağlara kaçtı. Tahno ne yazık ki kaçabilenlerin arasında değildi.

Kinkou’nun Zed’in eliyle acımasız Gölge Tarikatı’na dönüştürülmesi tamamlanmak üzereydi. Fakat yeni Alacakaranlığın Gözü olan Shen, kaybettiklerini yeniden kurmaya niyetliydi. Kinkou’nun üç temel felsefesine geri döneceklerdi: Yıldızları Seyretmek ile tarafsız olmak, Güneş’i Yolunda Tutmak ile yargı vermek ve Ağacın Budanması ile dengesizliğin ortadan kaldırılması. Sayıları artık çok azdı ama çömezleri eğitip düzenlerini onardılar ve sayıları bir kere daha arttı.

Akali on dört yaşına basıp Kinkou eğitimine resmi olarak başladığında, yeni Gölgenin Yumruğu olarak annesinin yerine geçmekte kararlıydı.

Dövüş konusunda tam bir dâhiydi. Savaşırken kullanılan bir çeşit orak olan kama’yı ve atılarak kullanılan bıçaklar olan kunai’leri kullanmakta hemen ustalaşmıştı. Diğer tarikat üyelerinin çoğunun aksine büyü gücü olmasa da annesinin unvanına layık olduğunu kanıtlamıştı. Bir süre sonra annesinin yerine yaşça en küçük çömezlerin eğitimine yardımcı olmaya başladı.

Ama Akali’nin gözünden hiçbir şey kaçmıyor, içinde fırtınalar kopuyordu. Kinkou ile Gölge Tarikatı, Noxus işgali nedeniyle istemeye istemeye ateşkes ilan etmiş olsa da yurdunun acılar içinde boğulduğuna şahit oluyordu. Amaçlarını gerçekleştirip gerçekleştiremediklerini sorgulamaya başladı. Ağacın Budanması, kutsal dengeyi tehdit edenlerin ortadan kaldırılması anlamına geliyordu. Ama Shen ona hep kendisine hâkim olmasını söylüyordu.

Onu engelliyordu. Kendi ruhunu mantralarla, meditasyonla yatıştırabilirdi ama rakiplerini beylik sözlerle yenemezdi. Yaşından ileri zekâsı bir süre sonra itaatsizliğe dönüştü. Shen’le tartıştı, ona kafa tuttu ve Ionia’nın düşmanlarını kendi yöntemiyle ortadan kaldırdı.

Kinkou’nun yetersizliğini, bütün o ruhani denge ve sabır konuşmaları yüzünden hiçbir başarı elde edemediğini bütün tarikatın önünde ilan etti. Ionia’lılar maddi dünyada ölüyorlardı. Akali de bu dünyayı savunacaktı. Suikastçı olmak üzere eğitim almıştı. O zaman suikastçı olacaktı. Artık tarikata ihtiyacı yoktu.

Shen ona karşı çıkmadı, ayrılmasına izin verdi. Bu yolun, Akali’nin kendi başına yürümesi gereken bir yol olduğunu biliyordu. Belki bir gün yine onlara dönecekti ama dönecekse de bu kararı kendisi verecekti.

emre@playerbros.com

Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


LoL