“Dağın kalbindeki ateş, kalbimin derinliklerinden geliyor.” – ORNN
Adını, kurulu olduğu sönmüş bir volkan olan Ocak-Yuva’dan alan Ocakkan kasabasının sakinlerinin ölümü ile kalbindeki son parıltıyı da kaybeden bir demirci… Freljord’un demircilik ve zanaatkârlık ilahı… Kardeşi Volibear ile kimsenin anlam veremediği bir savaşa tutuşmalarının ardından yok olup giden kasaba halkının acısıyla, Ocak-Yuva adını verdiği volkanın altındaki lav mağaralarına kendisini hapsetti. Durmadan, usanmadan, kaynak kayalarını elleriyle parçalıyor, koskoca kazanlarda fokur fokur kaynatıp, görenlerin hayrete düştüğü, eşi benzeri olmayan silahlar ve eşyalar üretiyordu. Kendisi gibi ilah olan Freljord’un ileri gelenleri, Dünya üzerinde dolaşıp ölümlülere zarar verdiklerinde ise, çekiciyle ya da yanardağların gücüyle onlara hadlerini bildiriyordu.
Demircilik, ocağı ve yalnızlık; akrabalarına kıyasla daha çok önem verdiği şeyleriydi. Kadim bir patlamanın yaralarını taşıyan sönmüş bir volkanın altında gece gündüz çalışarak canı ne isterse onu üretiyordu. Çekiciyle yaptığı her vuruş, çevre diyarlardan yankılanıyor; ocağının ateşinden yükselen duman, gün batarken bile dağların ardından görünüyordu. Ocağından çıkan her eser, adları destanlara layık, paha biçilemez aletler oluyor, halkın dilinde efsaneymişçesine dolaşıyordu. Abartı mıdır bilinmez ama Ornn’un eserlerinin geçtiği hikayeler öylesine gerçekçiydi ki Braum’un kalkanı olan büyülü kapının bile bu ocaktan çıktığına inananlar vardı. Eserleri dilden dile, asırlarca uzanıp giden Ornn’u, şimdilerde Freljord denen topraklarda yaşayan herkes tanırdı. İnsanlar, uzak diyarlardan, onun çırağı olup ustalıklarını arttırmak için büyük topluluklar halinde volkana geliyor, onu taklit edip, ona tapmaya çalışıyorlardı. Ornn kendini asla onların ilahı olarak kabul etmedi. Ustalaşmak için gelen demirciler ise, ona her gün yaptıkları aletleri gösterir, Ornn ise başını sertçe sallayarak veya kaşlarını çatarak cevap vermekle yetinirdi; ancak Ocakkanlılar Ornn’un bu soğuk tavırlarından bıkıp terk etmek yerine, aldıkları cevap ile yetinir, çalışıp çabalamaya devam ederlerdi. Sonunda en kaliteli aletleri yapmayı başardılar, en dayanıklı binaları inşa ettiler ve insanlığın tattığı en leziz yemeklerle içecekleri ürettiler. Ornn ne kadar mahremiyetini ve yalnızlığını sevse de, çıraklarının daima kendilerini geliştirmeye çalışmalarını gizli gizli takdir etti.
Geceleri karanlık ve ocağın ısısıyla sıcak rüzgarların estiği bu kasabada, o gün bir şeyler farklı gidiyordu. Ornn’un yeri göğü inleten çekiç sesleri durmuş fakat ocağından çıkan duman gitgide artıyordu. Ayın kasabanın üstüne vuran ışıkları kayboluyor, gökyüzü bulutlarla kaplanıyordu. Herkes tam da ne olduğunu merak ederken, büyük bir kükreme sesi ve ardından Ornn’un çekicinin yankılanması duyuldu, Ocak-Yuva’nın eteklerinde. Kimsenin nedenini bilmediği bir savaşa tutuşmuştu iki kardeş. Volibear kükreyip, ulu dağın üstüne yıldırımlar vuruyordu. Ornn da çekicini ve yüreğinden gelen alevi savuruyordu kardeşinin üzerine. Öylesine korkunç, öylesine çetin bir savaş oluyordu ki, iki kardeş, çevrelerindeki yaşamı birden bire unutmuşlardı. Savaşları sona erdiğinde ise, Ocakkanlılar’dan geri sadece külleşmiş kemikler kalmıştı.
O gece kasabanın üzerine kül ve yağmur birlikte yağıyordu. Ornn hiç belli etmese de, sonüp kararmıştı kavruk yüreği. Üzüntüsünden ne çekicini ne de her soluğunda püskürttüğü alevi tutacak gücü kalmıştı. İşte tam da o gün, şuçluluktan yanıp tutuşarak kendini atölyesine hapsetti. Yeni bir çağın eşiğinde olduğunu, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu sanki. Kardeşlerinden bazıları yeniden beden buluyor, onlara tapanlar da korkularından huzursuzlanıp saldırganlaşmaya başlıyorlardı. Freljord ise parçalanmış ve öndersiz kalmış durumdaydı. Kadim zamanlardan kalma dehşet verici varlıklar gölgelerle kol geziyor, gördükleri her yaşam formuna saldırmak için fırsat kolluyorlardı. Büyük bir değişim, kapıdaydı…
“Ocağım, benim yuvam.” – Ornn