Hıh… Yer yüzündekiler… Sadece ölümün şarkısını biliyorsunuz. Bu şarkıyı, ben de biliyorum. – Skarner
Shurima’daki Odyn Vadisinden gelmiş, Tözkabuk soyundan, kabuğunun tam tersine, kumlar kadar yumuşak bir kalbi olan devasa akrep, Skarner… Asırlar boyunca uzanan bir yaşamın, Odyn’în karanlıklarında gezen koruyucusu… Atalarından onlara miras kalan yaşam kristallerinin peşindeki genç Tözkabuklardan sadece biri…
Asırlar önce Skarner ve kardeşleri, yaşayan her varlığı tehdit eden bir büyü felaketinden korunmak için uykuya yatmıştı. Tözkabukların ve atalarından kalan mirasların ebediyeti, onların bu felaketten sağ çıkmasına bağlıydı. Bu miras, atalarının anılarını ve muazzam bilgelikleri barındıran, yaşam kristalleriydi. Bir Tözkabuk asla gerçekten ölmezdi. Ruhları, fani bedelerinden ayrılsa da, hatıraları ve yaşanmışlıkları, yaşam kristallerine bağlı kalırdı.
Kumların altı, sakin, sessiz, karanlık… Yeryüzünden bir ses gelmiyor… Tözkabuk şarkıları söyleniyor ve uykuya dalıyor herkes. Kardeşlerinin gürültüsüz mırıltıları, aklında dolaşıyordu. Düşlerinde diyar diyar geziyordu, onların şarkılarıyla. Bu mekânda ne korku, ne kuşku, ne de ölüm vardı. Gerçek huzurun, hüküm sürdüğü bir yer…
İnsanlığın, Shurima’nın çorak çöllerinde ne işi vardı ki? Onlar gelmeden önce kum, aziz bir büyüyle ışıldardı. Dik yamaçlar ve sivri kayalarla çevrili, çölün ücra bir vadisinde, çağlara meydan okuyan hayatlarıyla Tözkabuk ırkı yaşardı. Atalarının yadigarları büyülü kristalleri korurlar, kendileri için ham kristaller çıkarırlardı. Bu asil yaratıkların her biri, ölümlerinden sonra bile bilinçlerinin ileriki nesiller için hapsedildiği kutsal taşlarla bütünleşmiş yaşıyorlardı.
Kumun altında, birbirlerine bağlıydı Tözkabuklar. Farklı ruhlar, aynı düş. Hep bir ağızdan şarkılar söylerlerdi. Sadece kendi ırkları değil, binbir türlü canlıyla birlikte aynı havayı solurlardı. İnsanların, soğuk ve umursamaz bildikleri kayalar bile, onlar ile bir bütündü. Sımcısaklardı…
İnsanlar, yumuşak derililer çıkageldi bir gün. Asırlardır, bir felaketin kıyısından kurtulan soyları, huzur içinde yaşıyordu, kimseye zararı dokunmadan. Yumuşak derililer çıkageldi bir gün ve yeryüzü acıdan başka bir şey görmedi. Tözkabuklar parçalanıp dağıldıkça, şarkıları haykırışlara dönüşüyordu. Hüznün şarkılarıyla yankılanıyordu gecenin karanlığı. Her kum tanesi acıyla titriyordu… Yumuşak derililer, çıkageldi bir gün…
İnsan ırkının kardeşlerini aldığı gün, Skarner kumların üstünde yapayalnız kaldı. Uzaklardan gelen korku ve acının şarkısı çınlıyordu kulaklarında. Kardeşlerinin şarkıları, yağmur gibi yağıyordu kurak diyarlara. Her bir damla, gökyüzünde akıp giden yıldızlar gibi… Kâinatın parıldayan gözleri, gökyüzünün ağırlığı, bu soğuk yerdeki yalnızlık çöküyordu üzerine. O, yer altında olmalıydı, kardeşleriyle, tek bir düşte…
Yumuşak derililer, Tözkabukların kristallerini birer birer söküyordu, taştan kalplerinden uzanan elleriyle, bir soyun asırlardır söylenen huzur dolu şarkılarını, acıyla dolduruyordu. Kristali olmayan Tözkabuklar, taşların sağladığı güç, yaşam enerjisi ve dayanıklılıktan mahrum kaldıkları için, birer birer ölüyorlardı.
Kendisini bekleyen kristali bulmak için yıllarını harcayan Skarner, onu bulmadan öleceği korkusuna kapılmıştı. Bu korku, onu her geçen gün daha büyük bir şevkle aramasına teşvik ediyordu. Gece gündüz demeden yerin derinliklerine dalıyor, zihninde yankılanan büyülü taşı arıyordu. Derinlere indikçe, kabuğunun ısındığını hissetti ama durmadı. Kıskaçlarıyla bir o yana, bir bu yana kazmaya devam ederken, nihayet aradığı taşı buldu.
Kristal o kadar eskiydi ki, ışıltısı soluk bir parıltının ötesine geçmiyordu. Taşın yüzeyindeki çatlaklardan sızan büyü o kadar eskiydi ve taş o kadar büyüktü ki, çağlardır orada duruyor gibiydi. Skarner bu büyülü taşa dokunur dokunmaz, varlığına karşılık verircesine, bir kalp misali atmaya başladı.
Bir Tözkabuk, bu kadim taşlardan birisini bulduğunda, bağlanma ayinine başlar ve günlerce kumun derinliklerinde ayini tamamlardı. Yorgunluk, açlık ve susuzluk sarmıştı Skarner’ın dört bir yanını. Eklemleri, her bir zerresi acı çekiyordu. Nihayet bedeniyle kristal bütüneşti ve kadim anılar, bilgelik, düşüncelerine karıştı. Bir Tözkabuk’un hissedebileceği en yoğun duygulardan daha fazlasıyla bezenmişti ruhu ve zihni.
“Kardeşlerimin canını alan, siz yumuşak kabuklular. Sonunda şarkımı işitmeye başladınız…”
Uykudaki kardeşlerini uyandırmaya çalışsa da, yaşam taşları insanlar tarafından kırılmış olan Tözkabukların çoğu, uykularından uyanamadılar bile. Gözlerini açabilen birkaç Tözkabuk ise, büyülü taşlarının yokluğunda, sadece birkaç nefes daha alabilecek kadar hayatta kalabildiler.
Skarner, yüreğini dağlayan acıyla yas tutarak haftalarca kardeşlerinin üzerine kumları taşıdı. Kristallerin, atalarının ve kardeşlerinin yadigarlarının, insanların elinde helak olacağını biliyor olması da acısını katbekat arttırıyordu.
İnsanların ellerindeki yitik taşların yakarışları, Skarner’ın zihninde yankılanıyor, onu çağırıyordu. Sahiplerine dönmek isteyen yitik taşlar, atalarından kalan büyülü taşlar ve kumlar altında arda kalan kardeşleri. Skarner’ın omuzlarındaki yük, Shurima’dan bile ağırdı…
Öylesine hızlı, öylesine hiddetle fırladı ki Skarner, vücudunu kaplayan taşlardan akıp giden kumlar misali, insan ırkının üstüne doğru düşüyordu.
“Onlar gibi gaddarım. Şiddetin ta kendisiyim. Ölümüm.”
İnsanlar… Duygusuz, cani, gaddar yaratıklar. Ellerindeki odundan yapılmış, sivri uçlu silahlarla saldırıyorlardı Skarner’a. Atalarının mirası, büyülü taşın kudretiyle parçalanıp yok oluyordu en güçlüleri bile. Kıskaçlarını sağa sola savurup, ortadan ikiye ayırıyordu kardeşlerinin katillerini. İğnesi ile tuzla buz ediyordu hepsini. Neredeyse hepsi bitmişti. Sadece elinde parlayan ahşap ve demirden bir silah olan yumuşak derili kaldı. Silahtan yayılan güneş ışığının parıltısı, Skarner’ın gözlerini alıyordu. Kabuğunu delip geçiyor, bedeninin içine kadar işliyor ve derisini yakıyordu. Işık, kristallerinin içerisinde parlıyor ve onu felç ediyordu. Skarner hareket edemiyor, kırılmış bir hâlde, sonu geldi…
Kalan son yumuşak derili silahını kaldırdığında, üzerine bağlanmış isimtaşını görüp dehşete düştü Skarner. Bu caniler, büyülü taşları kendi korkunç emelleri için kullanıyorlardı. Yumuşak derilinin silahına takdığı büyülü taş, Skarner’ın yaşam enerjisini çalıyordu. Daha fazla enerji toplamak için yeraltına seslendi Skarner. Toplayabildiği güç ile, haykırarak iğnesini yumuşak deriliye doğru savurdu. Silahı paramparça oldu ve bir solucan gibi bükülüp, tuzla buz oluverdi yumuşak derilinin. Parçalanan silahtan, gökyüzü gibi beyaz isimtaşı kaldı geriye.
“Bir daha gelmeyin. İsimtaşlarımızı almayın. Biz size ait değiliz. Biz her şeyiz. Biz, derin karanlıklara aitiz. Yaşa! Ayağa kalk ve kaç buradan! Belki merhamet nedir öğrenirsin. Düş şarkımı dinle! Artık bu şarkıyı söylemekten başka şansınız yok!”