LoL Hikayeleri sevenler burada mı? Nidalee için yazılmış kısa bir hikaye paylaşıldı: “İnsan Kanı”.
İnsan Kanı (Kısa Hikaye)
Gürültülü bir çatırtı. Yağın, dumanın ve barutun iğrenç kokusu.
Bu sesler ve kokular ormana ait değildi.
Avcı, mızrağını hazır bir şekilde tutup sesin kaynağına doğru ilerledi. Bu keskin kokuları, ağaçların ve yoğun çalılıkların arasındaki labirentimsi yollarda takip etti.
Kokular çok geçmeden onu tanıdık bir yere götürdü; nehrin kenarındaki küçük, açık bir alana. Burası sığ bir nehrin ikiye ayırdığı, sessiz, hayat dolu bir yerdi. Suyun içindeki balık sayısı o kadar fazlaydı ki yavru hayvanlar bile onları küçük pençeleriyle yakalayabilirdi. Sükûneti, çok büyük acı çeken birinin ya da bir şeyin haykırışları bozdu.
Nidalee nehrin kenarındaki kalın bir ağacın arkasına sindi. Mızrağını ağacın gövdesiyle saklamaya dikkat etti. Nehrin diğer tarafında dizleri üzerinde duran, sürüngene benzeyen, erkek bir vastaya vardı. Omzunu tutuyordu. Acı içinde inlediği halde gözünü kan bürümüştü. Yabani kadın, vastayanın kuyruğunun bir tuzağa yakalanmış olduğunu gördü. İri, metal dişler pullarla kaplı derisinin içine girmişti.
Vastayanın başında uzun ve çirkin silahını hazırda tutan bir insan vardı. Nidalee uzaktan metalin etrafına sarılmış, ölü, parlak ağacı inceliyordu. Bunları daha önce de görmüştü. Bu silahlar hedefini kolayca deşebilen tohumlar ateşliyordu. Ateşlenen tohumlar Nidalee’nin gözüyle takip edemeyeceği kadar hızlıydı.
Genç kadın, yerdeki ölü yaprakları özellikle ayağının altında çiğneyerek saklandığı ağacın arkasından çıktı. Adam kafasını sesin geldiği yere çevirdi, fakat silahını hâlâ yaralı vastayaya doğru tutuyordu. Nidalee’nin mızrağını henüz görmemişti.
“Bak sen şu işe. Kimler varmış burada?” İnsan, Nidalee’yi baştan aşağı süzdü. Gözlerinde şehvet vardı. “Kayıp mı oldun güzelim?”
Genç avcı bunun gibi pisliklerle nasıl başa çıkacağını biliyordu. İnsanlar çoğu zaman Nidalee’nin görünüşüne aldanıp gardını indiriyordu. Gözleri sadece genç avcının yüzünün yumuşak hatlarına takılıyordu. Nidalee ifadesiz bir şekilde bakıyordu. Bir yandan da insan ile arasındaki mesafeyi ölçüp mızrağını hazırlıyordu. Gözleri adamın elindeki silaha odaklandı.
İnsan, vahşi kadına bakarak pis pis sırıttı. Sakinliğinin korkudan kaynaklandığını sanıyordu. “Daha önce hiç böyle bir şey görmedin mi? Gel de yakından bak. Merak etme, sana zarar vermeyeceğim,” dedi tatlı bir dille. Adam silahını avından uzağa çevirip Nidalee’ye uzattı.
Silah vastayadan uzaklaşır uzaklaşmaz, çevik avcı ağacın arkasından adama doğru zıpladı. Mızrağını adamın göğsüne doğru fırlattı ve kendini vahşi, kuvvetli bir büyüyle çevreleyerek nehrin karşısına geçti. Aniden şekli değişti. Tırnakları sivri pençelere dönüştü, derisi hayvan kürküyle kaplandı, kemikleri uzayıp kavislendi ve genç kadın her zamankinden de atik bir fiziğe büründü.
Adam yeterince hızlı kaçamadı. Mızrak omzunu sıyırdı ve darbenin etkisiyle sırtüstü yere düştü. Nidalee puma biçiminde adamın üzerine atladı. Pençeleri birer birer adamın ince kıyafetlerini delerek etine ulaştı. Vahşi avcı ön patisini yeni açılmış yaraya bastırdığında adam acı içinde inlemeye başladı.
Puma ağzını açarak adamın gırtlağını keskin dişleri arasında sıkıştırdı. Nidalee dişlerini boynuna yavaşça geçirirken insan çaresizce çığlık atıyordu. Amacı adamı öldürmek değildi, sadece kanını akıtmaktı. Birkaç saniye sonra genç avcı, adamın gırtlağını bıraktı ve kanlı dişlerini ona göstererek gözlerinin içine baktı.
Nidalee’yi çevreleyen büyü onu gene insan biçimine dönüştürdü. Buna rağmen keskin dişleri hâlâ dehşet vericiydi. Adamın üzerinde duran Nidalee parlak, zümrüt yeşili gözlerini onun korku içindeki yüzüne dikti.
“Ya buradan gidersin ya da ölürsün. Anladın mı?”
Genç kadın sorunun cevabını beklemedi. Adamın kıyafetinden bir parça koparıp, yaralı vastayaya yaklaştı. Kuyruğunun sıkıştığı tuzağı saniyeler içinde etkisiz hale getirdi. Vastaya özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz insanın üzerine atlamaya çalıştı.
Nidalee yaralı sürüngenin kolundan tutarak onu geriye çekti. Korkudan donakalan adam kaçma fırsatını değerlendirerek, dizleri üzerinde gözden kayboldu.
Vastaya kolunu Nidalee’nin elinden kurtardı. Bir yandan da genç avcının anlayamadığı bir dilde küfürler ediyordu. Daha sonra Nidalee’nin bildiği bir dilde, sinirli bir şekilde “Neden kaçmasına izin verdin?” diye sordu.
Vahşi avcı adamın kaçtığı yeri işaret ederek arkasında bıraktığı parlak kan damlalarını gösterdi. “Onu takip edeceğiz. Eğer yanında başkaları varsa, bizi onlara götürecektir. Burayı terk etmezlerse hep birlikte ölecekler.”
Vastaya bu sözlerden hiç de memnun kalmamıştı, yine de hiçbir şey söylemedi. Nidalee nehrin kenarında diz çökerek adamın kıyafetinden kopardığı parçayı suda yıkadı.
“O şeye… insan dedin.” Vastaya peltekçe konuşuyordu. Ağzı epey genişti ve konuşurken çatallı dilini bir yılan misali çıkartıp geri sokuyordu.
Nidalee ıslak ve temiz kumaşı sürüngenin omzuna sardı. “Evet.”
“Sen de insan değil misin?”
“Hayır, ben de senin gibiyim.”
“Vastayalar senin gibi olmaz. İnsansın.”
Nidalee sürüngenin omzuna sarılı kumaşı sıkarken vastaya acı içinde tısladı. Genç avcı dişleriyle düğümü bağlarken gülümsemesini gizlemeyi başardı.
“Benim adım Nidalee. Seninki ne?”
“Kuulcan.”
“Kuulcan. Bu gece ailem ava çıkıyor. Sen de bize katılacaksın.”
Vastaya kolunu havaya kaldırarak bandajı kontrol etti. Sıkıydı ama hareketlerini kısıtlamıyordu. Kuulcan yüzünü, kollarını bağlayıp başında dikilen avcıya çevirdi.
Sonra, kafasını sallayarak onayladı.
Percy ateşin yanında oturarak kendini ısıtıyordu. Yüzünün kırmızılığı kısmen adrenalinden, kısmen içkiden ama çoğunlukla utançtan kaynaklanıyordu. Yanındaki üç arkadaşına da karşılaştığı vahşi kadından bahsetmişti ve hepsi ona hâlâ gülüyordu. Arkadaşlarından biri, ateşin çevresinde gitarıyla sekerek müstehcen bir şarkı olan “Ormanın Kraliçesi”ni söylüyordu. Diğer ikisi de kahkaha atıyor ve dans ediyordu.
Percy arkadaşlarına “Kesin sesinizi aptal herifler,” diye kızdı. Sözleri, arkadaşlarının daha yüksek sesle kahkaha atmasına sebep oldu. “Bizi duyabilir.”
Avcı arkadaşlarının dalga geçmesinden bunalan ve fazlasıyla bira içmiş olan Percy, tuvalet ihtiyacını gidermek için kamptan uzaklaştı. Yarası hâlâ fena sızlıyordu ve ne kadar içerse içsin, vahşi pumanın gırtlağını dişleri arasında nasıl kıstırdığını unutamıyordu.
Kemerini çözerken arkadaşlarının kahkahalarının ve söylediği şarkıların son bulduğunu fark etti. Rüzgâr bile durmuştu. Ne hışırdayan yaprakları, ne de sallanan dalları duyabiliyordu.
Zayıf bir ateşin aydınlattığı loş kampın ötesi, tamamen karanlıklar içindeydi. Percy, gölgeler arasında bir şeyin parıldadığını gördü. Gözlerini ovuşturup kısarak, parıldayan şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Çalılar bir anda hareket etmeye ve hışırdamaya başladı. Bütün ağaçların ve otların yaprakları sallanıyordu. Karanlığın içinde bir sürü göz açıldı. Kulakları kedigillerin hırıltıları ve tıslamalarından başka bir şey duymuyordu.
Percy ona en yakın duran zümrüt yeşili gözleri tanıdı. O gözlerde artık insanlığa dair hiçbir şey kalmamıştı. Gözler kapanıp açıldı ve kayboldu. Kulağının hemen yanında bir hırıltı duydu.
“Seni uyarmıştım.”
Tam çığlık atacaktı ki sivri dişler gırtlağını kaptı. Bu sefer pumanın amacı sadece kan akıtmak değildi.
- Kaynak: League of Legends’ın resmi internet sitesi(https://universe.leagueoflegends.com/tr_TR/story/nidalee-color-story/).