League of Legends’ın sevilen şampiyonlarından Ezreal için yeni bir kısa hikaye paylaşıldı. Şampiyonların görüntüleri ve güçlerinin yanı sıra hikayelerine de önem verdiği görülen Riot Games, resmi internet sitesi üzerinden yaptığı açıklamayla yeni hikayeyi oyuncularla paylaştı.
Ezreal’ın yeni kısa hikayesi:
Öncelikle bir şeyi açıklığa kavuşturalım; “dehşetin efendisi” diye biriyle veya Januk her kimden bahsediyorduysa onunla hiçbir ilgim yoktu. Yalnızca bu ufak aptal şişeyi, onu bulup getirmemi isteyen adama satmaya çalışıyordum. Kolay bir iş olması gerekirdi.
Tabii söz konusu kişi ben olunca hiçbir şey uzun vadede istenilen şekilde gitmiyor.
Yani benim istediğim şekilde. Neyse.
Januk kızıl sakallı bir Freljord göçmeniydi; derin ceplere ve sonsuz bir iştaha sahipti. İşverenleri bilmese de özel konutu kadim yadigârlar ve sanat eserleriyle doluydu. Bunların yarısı lahitlerden veya diğer müzelerden yasadışı yollarla elde edilmişti ve Januk koleksiyonunun parçaları arasında akşam yemeği yemeye bayılıyordu. Parçalardan bazılarından da anlaşılacağı gibi, geçmişte birkaç kez birlikte çalışmıştık ve kendisi bana yalnızca iki kez ihanet etmişti. Tabii Şafağın Zirvesi‘nin enkazını soymamızın ardından kimliğimi açık etmesini de sayarsam bu sayı iki buçuğa çıkıyor…
Gerçi Januk’un hakkını da yememek lazım; ödemeler konusunda hiç sorun çıkarmadı. Bu da ona karşı garez beslemeyi epey zorlaştırıyor.
“Ezreal,” dedi, tabağını kenara iterek. Dişlerinin arasında kuzu parçaları vardı. “Onu buldun mu?”
Burada o ile kastettiği şey Uloa İksiri’ydi. Ve evet, onu Paretha civarlarındaki bir ormanda; tuzaklarla dolu bir kulübeden alıp getirmiştim. Kemik ve kristalden yapılmış şişeyi çantamdan çıkardım. Avucumda soğuk bir his bırakıyordu.
Şişeyi kaldırıp “İstediğin şeyi getirdim,” dedim. “Kabı epey ilginçmiş. Tahmin yürütmem gerekse klasik dönem öncesi Shurima derdim.”
Şişenin içindeki bir kaşık yoğun sıvı ay ışığının altında parıldıyordu. Januk’un gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Heyecanın dozunu biraz daha arttırmaya karar verdim. “Dur ama bak sana ne diyeceğim. Bu öyle alelade kadim bir serum değil. Bu zor elde edilmişkadim bir serum. Bina ben içindeyken yerle bir oldu. Canımı zor kurtardım.”
“İksir…” Januk’un sesinde daha önce hiç duymadığım bir hürmet vardı. “Tek bir damlası insan ruhunu bin yıl boyunca yatıştırabilir… Derini petrisit kadar sert yapabilir…”
Büyük bir açgözlülükle şişeye doğru atıldı. Hemen onu geri çektim.
“Bu ne acele, Januk.”
“Tabii, tabii, tabii,” diye söylenerek masasındaki çekmecenin anahtarını aramaya koyuldu. “Ödeme. Altı bin diye anlaşmıştık.”
“Bir de lonca için tam yeterlilik belgesi, unuttun mu?”
Hayatım boyunca girmek istediğim pek çok yerden ret almıştım. Barlar, okullar, hatta bir de Sona resitali… Ancak beni en çok üzen Piltover Kâşifler Loncası’ydı; özellikle de hayatımı bu alanda kaç kez tehlikeye attığımı düşününce. Nankörler.
Januk kaşlarını çattı. “Loncanın seni pek sevdiği söylenemez Ezreal. Gerçi geçmişte seninle birlikte çalıştığım için onları pek suçlayamıyorum.” Sürahisinden kendine biraz daha kehribar şarabı döküp koca bir yudum aldı. “Beni o Noxus esir kampında çürümeye terk ettin…”
“O sadece intikamdı. Şafağın Zirvesi için.”
“O da haritanın intikamıydı.”
“O da… yaptığın başka bir şeyin intikamı.” Dişlerimi sıktım. “Muhtemelen.”
İyice tedirgin olmuştum. Kendimi hızlıca dışarı atmak için hazırlanmaya başladım.
“Yeterlilik belgesi anlaşmamızın yarısıydı,” diye hatırlattım. “Eğer şartları yerine getirmek istemiyorsan başka bir alıcı bulabilirim.”
Şen şakrak kahkahasıyla ortamdaki gerginliği dağıttı. “Neden seninle iş yapmaya devam ediyorum biliyor musun? Çünkü seni severim. Belli bir mazimiz var ve iş yaparken mazi her zaman önemlidir.” İçkisini bitirdi. “Bekle, çalışma odamdan mektubu alıp geleyim. Bir dakika, lütfen.”
Ödemeyi çalışma odasında saklayan alıcılar, öyle mi? Bu en eski hilelerden biriydi. Muhtemelen geri döndüğünde güzel yüzüme bir tabanca doğrultacaktı.
Biraz zaman öldürmek için koleksiyonunu gözden geçirmeye başladım. Onun için ele geçirdiğim bazı şeyler oradaydı. Ardından gözlerim daha önce görmediğim bir şeye takıldı. Bu yeniydi; kedi boyutlarında taştan bir çan. Alt kısmı garip yazılarla kaplıydı. İncelemek için biraz yaklaştım.
Januk, “O, Ochnun,” diye seslendi. “Ölülerin dili. Fânilerin diyarının ötesinde oluşturulmuş ve sadece öbür taraftakiler tarafından konuşulur.”
İçimde sırtımdan bıçaklanacakmışım gibi bir hisle arkamı döndüm.
Januk’un elinde bir değil, iki çakmaklı tabanca vardı.
“Üzgünüm Ezreal ama lonca bir kez daha başvurunu reddetti.” Biraz daha yaklaşarak ışığın altında belirdi. “Dehşetin efendisi yine yükselecek. Bu da iksirin sayesinde olacak.”
Dehşetin efendisi, öyle mi? Hah, süper. Bu sefer gerçekten çok yakındım…
Eldivenimdeki yük artmaya başlamıştı. Öfke, büyü için harika bir motivasyon kaynağıydı. Hep söylerim; araçlar kullanılmak içindir.
Kolumu kaldırdım. Tam o anda Januk da silahlarını ateşledi. Büyü ve kurşun karşı karşıyaydı.
Ve tabii ki büyü galip gelmişti. Eminim bu sizi şaşırtmamıştır. Çünkü büyü her zaman kazanır.
Soluk metal kurşunlar yaptığım büyü patlamasıyla birlikte bembeyaz oldu ve diğer taraftan gümüş rengi bir buhar olarak çıktı. Yine de karşınızda bir dolandırıcı varsa iki kat dikkatli olmalısınız. Bu yüzden hızla eldivenimi yeniden yükledim. Hafif bir cızırdama ve ardından gelen patlamayla birlikte Januk’un arkasında belirmiştim. Kısa mesafeler boyunca ışınlanmanın beni pek zorladığını söyleyemem. O daha arkasını dönemeden eldivenimi koca aptal kafasının arkasına dayadım.
“Silahlarını yere at Januk.”
“Çoktan bir adım önündeyim.”
Bunu hiç beğenmemiştim. Aşağı baktım. Evet, gerçekten de tabancaları ayaklarının dibindeydi.
Bu arada Januk’un güçlü biri olduğunu söylemiş miydim? Çünkü kendisi müthiş güçlüdür. Bir eliyle eldivenimi yakalayıp diğeriyle beni omzuna kaldırdı ve ardından çalışma masasının içine gömdü. O taştan çan sırtımı mahvetmişti. Gözlerimin önünde yıldızlar dans ediyordu ve her tarafım kıymık olmuştu. Bir sürü kıymık…
Januk kaburgalarıma bir de tekme indirdi. Uloa İksiri’ni titreyen ellerimden söküp aldı, tıpasını çıkardı ve şişeyi kafasına dikti.
“Zavallı eldivenin bir ölümsüze hiçbir şey yapamaz! İksir…”
“Sahte,” dedim boğuk bir sesle. “Gerçi neredeyse doğru renkte.” Başka ve çok daha gösterişsiz bir şişeyi havaya kaldırdım. “Asıl iksir burada. Sen yalnızca ucuz, hediyelik bir şişeden kum arısı zehri içtin.”
Januk boş şişenin içine baktı ve sanki ekşimiş süt içmişçesine yüzünü buruşturdu. Açıkçası, ekşimiş süt içseydi bu sindirim sistemi için çok daha hayırlı olurdu.
Ayağa kalkarken acıyla irkildim. Beni gereğinden çok daha sert şekilde tekmelemişti ama en azından yüzüme dokunmamıştı.
“Yerinde olsam önümüzdeki birkaç gün boyunca tuvaletten çok uzaklaşmam,” diye ekledim.
Süslü kabı yere fırlatıp iki büklüm oldu ve inlemeye başladı. Kum arısı zehri hızlı ve ağır şekilde etki gösterir. “Seni küçük adi… Bunu sana… Ödeteceğim…”
Omzumu silktim ve eldivenimi kaldırıp duvarına bir büyü enerjisi patlaması daha gönderdim. Taşlar çatırdadı, eridi ve dışarı doğru infilak etti. Dört bir yanda kâğıtlar uçuşuyordu. Çanı aldım ve Januk’un yeni penceresinin yanında çömeldim.
“Seni görmek büyük zevkti,” dedim. “Yeni eee… dekorasyon için ödeme yapmana gerek yok.”
Deliğin içinden geçtim, hızla taşlardan aşağı indim ve yakınlardaki bir çatıya sıçradım. Olabildiğince hızlı şekilde Januk’tan mümkün olduğunca uzağa gitmek istememin birçok sebebi vardı. Doğrusunu isterseniz bunlardan en büyüğü içtiği zehirdi. Sabah olduğunda burası hiç hoş görünmeyecekti.
Koşarken ele geçirdiğim son şeyi biraz daha inceledim. Ochnun çanının tam olarak ne olduğunu bilmesem de karanlık bir enerjiye maruz kaldığı kesindi. Kâşifler Loncası’na bu parçayı gösterir göstermez grubun saflarına katılmam garantiydi. Belki onuruma bir parti bile düzenlenirdi. Sonuçta tek başına bir dehşet efendisinin ortaya çıkmasını engelleyen bendim.
Ve genelde önemli olan tek şey budur.