“Zayıflardan beslenirsen sadece hayatta kalırsın. Güçlülerden beslenirsen yaşarsın.” ~ RENGAR
Ruhani büyülerle ve insan kanıyla bezenmiş bir bedende yaşayan, Kiilash kabilesinin üyesi, Vastaya ırkından gelen, Runetra topluluğundan, Shurimalı gölge avcı Rengar…
Yaşayanların rüyasında bile gördüğü zaman korkudan uyuyamadığı canavarların peşine zevk için düşen melez bir suikatçı. En tehlikeli yaratıkların peşine, şan – şöhret veya para için değil, sadece kovalarken aldığı zevk için düşüyordu. Bu kovalamaca sırasında, en çok arzuladığı av ise, gözünü oyan hiçlik yaratığı Kha’Zix’i bulmak ve onu parçalara ayırmak.
Rengar, Doğu Shurima vastalarının oluşturduğu Kiilash kabilesinde, diğer kabile üyelerinin aksine, zayıf, çelimsiz, güçsüz bir yavru olarak dünyaya geldi.
Babası, aynı zamanda kabile şefi olan Ponjaf, bu çelimsiz yavrunun minik bedeniyle başarısız olacağını ve hatta açlıktan öleceğini düşünüyordu. Her fırsatta oğlu Rengar’ı küçük gören, aşağılayan ve becerilerinin gelişmesi için hiçbir yardımda bulunmayan Ponjaf, oğlunun bir gün ne kadar güçlü olacağını hayal bile edemiyordu.
Babasını hayal kırıklığına uğrattığını düşünen bir evlat. Diğer kabile üyelerinden güçsüz ve işe yaramaz hisseden bir ruh, nasıl güçlü bir avcı olabilirdi ki?
Rengar artık o kabilede duramazdı. Ayaklarına takılan bir taş kadar değeri bile yoktu onlar için. Kamptan kaçtı, haftalarda böcek ve bitkilerle beslenerek hayatta kaldı. Ta ki efsanevi insan avcı Markon ile karşılaşıp, ölümün eşiğine gelene kadar. Bir insan olmasından mıdır bilinmez ama Markon Rengar’ın haline acıdı ve onun yaşamasına izin verdi. Ayrıca bu melez yaratık, Malkon’un bıçağına layık güçlü bir Vastaya savaşçısı değildi.
Aylarca Markon’u takip eden Rengar, hep öğrenmek istediği fakat babasının bir türlü göstermediği avlanma taktiklerini birer birer yaşayarak öğreniyordu. Av sonrası ise yerde yatan cesetlerden besleniyor, o haldeyken bile bir gün kabilesine dönme hayallerini kuruyordu.
Bir süre sonra Markon’un peşinde aylardır dolaşan bu zavallı Kiilash, artık onun da canına tak etmişti. Bıçağını yıldırım hızıyla çıkarıp Rengar’ın boğazına dayayarak ona şu nasihati verdi: ” Bir avcıya dönüşmenin tek yolu, avlanmaktan geçer.” Ardından bıçağını Rengar’a fırlatıp, onu bir yamaçtan aşağı yuvarladı. Rengar artık öğrendiklerini hatırlayıp, ilk avını yakalayıp, bir avcı olmalıydı. Ya da av…
O günden itibaren yıllarca sınırlarını zorlayan Rengar, Shurima’nın dört bir yanında güçlü ve tehlikeli, kendisinden büyük avların izlerini sürdü. Kabilesinin üyeleri kadar iri ve güçlü olmasa da, onlardan iki kat inatçı ve yırtıcı olmaya kararlıydı.
Onlarca yara, onlarca savaş… Bu mücadelenin ardından topladığı yüzlerce ganimet… Artık hazırdı, en azından hazır olduğunu düşünüyordu. Kabilesine dönebilir, ganimetlerini onlara gösterip, doğduğu topraklarda yaşamaya devam edebilirdi. Onun gibi olanların arasında, artık o da güçlü olabilirdi.
Kabilesine döndüğünde babası Ponjaf, Rengar’ın ganimetleriyle adeta alay etti. Yaptıklarının bir kahramanlık değil, hiçbir şeyden ibaret olduğunu söyleyip, onurunu ve gururunu ayaklar altına aldı. “Eğer Hiçlik yaratığının kellesini bize getirirsen, kabileye yeniden kabul edileceksin!” diyen Ponjaf, Rengar’ın yüreğinde yanıp tutuşan arzusunu iyice körüklemişti. Tek amacı kabilesine dönmek olan bu yırtıcı savaşçı, Hiçlik yaratığının izini sürmeye başladı. Kendisini bir av olarak kullanan Rengar, Hiçlik yaratığının onu pusuya düşürmesine izin verdi. Tüm gücünü ortaya koysa da, Hiçlik yaratığı elinden sıyrılıp kaçtı. Hem de gözlerinden birisini alarak…
Rengar öfkeli ve yenik düşmüş bir şekilde başarısızlığını Ponjaf’a itiraf etti. Tekrar aşağılanan ve küçük düşürülen Rengar’ın o sırada bir şey dikkatini çekti. Babasının kulübesindeki ganimetler eski ve tozlanmıştı. Onun da bir sebepten dolayı uzun süredir avlanmadığını anladı. Rengar’ı Hiçlik yaratığının peşinden gönderdiğine göre, o yaratığa olan korkusu, Ponjaf’ın kabile bölgesinden ayrılmasına engel oluyor olmalıydı.
Rengar babasının lafını kesti ve ona bakıp “Sen bir korkaksın!” diye haykırdı. Birçok Kiilash güçlü bedenlere ve rahat evlere sahipti. Rengar ise ölümle burun buruna dünyaya gelmiş, avlanmayı kendi başına öğrenmiş, bunun yanıtı olarak da vücudundaki yaraları ve ganimet olarak avlarının kellelerini getirmişti. Bir kabile şefini bile korkutan yaratığın aldığı gözünün kanlı yuvası bile, onun iyi bir savaşçı olduğunun göstergesiydi.
Rengar babasının üzerine atıldı. Bugüne kadar ona babalık etmemesi, yalnız bırakması, aşağılayıp, yaptıklarını küçük görmesine olan nefretini, onu baştan aşağıya deşerek gösterdi. Bu ana tanıklık eden kabilenin en yırtıcı avcıları, ona ateş güllerinden bir taç takarak, Rengar’ı yeni kabile lideri olarak seçti.
Artık kimsenin onayına ihtiyaç duymuyordu. Güçlüydü. Diğerleri onun güçlü ve yırtıcı bir avcı olduğunu biliyordu. Tek istediği şey, avını kovalarken damarlarındaki adrenalinin ona verdiği hazdı. Ponjaf’ın bedeninden ganimet bile almadan kabileden ayrıldı. Ganimet almaya değecek biri değildi. Onun için önemli olan tek av, bir gözünü kör eden o yaratığı bulup öldürmekti.
Kabilesinden ayrıldıktan sonra karanlık ormanda kaybolup gitti. Amacı köyünü değil, kendini tatmin etmekti…
“Bu gece avlanıcaz.” – Rengar