Connect with us

Video Konusu

Şampiyon Hikayeleri: Renekton’ın Yükselişi ve Karanlığı

Şampiyon hikayeleri serimizin yeni kahramanı Renekton!

“Nasus… Kardeşim… Beni karanlıkta yalnız bıraktın. Bu ihanet, sonunu getirecek.” – Renekton

Kavrulmuş çöllerdeki gölgelerin sahiplerinin yükselişe erdiği yüce topraklar… Shurima… Ve bir savaşçı. Savaşmak için doğmuş, korkusuz ve bir o kadar da asil… Yıllarca kardeşi ile omuz omuza bu kutsal toprakların genişlemesi ve büyümesi için kan dökmüş bir ruh…

Genç yaşlarında bile damarlarında kaynayan kanı zaptetmek onun için imkansızdı. Birçok kavgaya karışıp eve ağzı yüzü kan içinde dönüyordu. Hiç kimseden korkusu yoktu Renekton’ın. Kavgalarının sebebi ise, gururuydu. Çünkü o, geri adım atmayı veya alttan almayı beceremiyordu. Ağabeyi Nasus, bilgeliğe önem verirken, Renekton ise kaba kuvvete başvuruyordu. Bu olaylar, onun hırçınca davranışlarının daha başlangıcıydı.

Güneş Loncası’na katılmak için evden ayrılan ağabey Nasus, aralıklarla kardeşi Renekton’ı kontrol etmek için eve dönüyor ve her ziyaretinde, daha çok kan ve savaştan çıkmışcasına bir kardeş buluyordu. Bu işin sonu ya zindan ya da mezar olacaktı.

Ağabeyinin tanıdığı yüksek mertebeli kişiler sayesinde orduya yazılan Renekton, ordu disiplini ve düzeni altında ağır bir eğitimden geçti. Kanlı sokak kavgalarında yer alan bir serseriden, Shurima’nın en azılı ve yetkin savaş komutanına ilerledi. Artık savaşması ve kan dökmesi için bir nedeni daha vardı Renekton’ın. İmparatorluğu genişletmek ve Shruima’nın adını duyurmak için fetih savaşlarında ön saflarda çarpışıyordu. Ağabeyi Nasus’un dehası ve Renekton’ın gücü sayesinde, Shurima imparatorluğunun önünde kimse duramıyor, ordu, her savaşı kazanıyordu.

Pes etmenin ne olduğunu bilmeyen, yenilginin tadını henüz almayan bir savaşçı düşünün. Shurima’nın sınırlarına yakın bir dağ geçidinde, istilacıları bir gün boyunca oyalayabilen… Hem de düşmanlar, onun bölüğünden sayıca 10 kat daha fazlayken. Böyle zorlu bir mücadelenin sonunda galip gelen Renekton, Shurima’nın Bekçisi unvanını kazandı ve imparatorluk tarafından kahraman ilan edildi. Şan ve şöhreti, yenilgisiz savaşlarının zaferleriyle süslenmiş, diyarlar boyunca ismi yankılanıyordu. Karşılarına çıkan düşmanlar, kılıçlarını bile kaldırmadan teslim oluyor, bu ezici güce karşı savaşmak istemiyorlardı. Korku ve ölüm, Renekton’ın düşmanlarına sunduğu büyük bir ziyafetti artık.

Yıllarca savaştı. Düşmanlarını yerle bir etti. Zaferin nasıl kazanılacağını öğretti herkese. Fakat ağabeyi Nasus, amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Antik çağlardan kalma, vücudu çürüten ve önünde durulamayan bir hastalık… Shurima’nın büyük kütüphanesini yöneten, yüksek rütbeli bir general, imparatorluğa onlarca eser bırakan Nasus, ölüyordu. Ağabeyi, ölüyordu…

Rahipler, Nasus’un bu yüce kişiliğini onurlandırmak ve onu bu zalim hastalıktan kurtarabilmek için, yükselişe ermesi gerektiğine karar verdiler. Savaş meydanlarında olan Renekton’a haber gönderildi. İmparatorluğa dönen Renekton, ağabeyinin ölüm döşeğinde yitip gittiğini gördü. O yüce, bilge ve asil insan, ağabeyinden eser kalmamıştı. Sanki karşısında duran ağabeyi değil, savaş esnasında onun karşısına çıkan düşmanı gibiydi. Ölüyordu…

Shurima’nın başkentinde, halkın gözü önünde düzenlenecek olan töreni izlemek için bütün şehir toplanmıştı. Nasus’un, ayinin yapılacağı platforma çıkacak gücü bile yoktu. Artık ölmek üzereydi. Renekton ağabeyine sarıldı. “Korkma. Bu topraklarda savaşçılar tükenmez. Senin gibi bir bilgeye, her zaman ihtiyaçları olacak.” dedi ve ağabeyini sırtına aldı. Nasus’un cevap verecek gücü bile yoktu. Kardeşinin sırtında, platformun üstüne kadar çıktı. Tek sorun ise, ayin sırasında sadece bir kişi yükselişe erebilirdi. Yakınında duranlar, güneşin ışığıyla kavrulup yok olurlardı. Renekton bunu çok iyi biliyordu ama önemli olan ona yıllarca göz kulak olan, arkasını kollayan ağabeyiydi. O olmasa ne kendisi, ne de Shurima bu günleri göremeyecekti.

Gün doğuyor… Shurima’nın gecenin ayazından kalma soğuk kumları, yavaş yavaş ısınıyordu. Güneş ışıkları, platforma yaklaşıyor ve kutsal gözün içinden geçen ışık, Renekton ve Nasus’un üzerine vuruyordu. Herkes Nasus’un yükseleceğini ve Renekton’ın yok olacağını düşünürken, iki kardeş de yükselişe erdi. Güneş gibi parlıyorlar ve şekil değiştiriyorlardı. Ağabeyi Nasus’un büyük bir vücudu ve çakal kafası vardı. Bu zekayı ve kurnazılığı temsil eden, tam da Nasus’a yakışır bir hediyeydi. Renekton ise muazzam bir timsah formuna bürünmüştü. Tanrılar, savaşçı ve asil kişiliğini ön görüp, onu da kutsamış olmalılardı. Sonuçta Tanrılar, Shurima’nın, Renekton ve Nasus’a çok uzun yıllar boyunca ihtiyaç duyacaklarını biliyorlardı.

Renekton, o kudretli savaşçı, artık yükselişe ermişti. Ölümlülerin hayal bile edemeyeceği güçlerle kutsanmıştı. Düşmanı olabilecek herhangi bir insandan daha hızlı ve daha güçlüydü. Ayin esnasında öylesine büyük bir güce kavuşmuştu ki, artık acıyı bile hissetmiyordu. Ölümsüz olmasa da, çağlarca Shurima’ya hizmet edebilecek kadar uzun yaşayacaktı. Fakat bu olağanüstü güç, beraberinde kötülükler de getirdi. Zaten güçlü ve düşmanlarına karşı acımasız olan Renekton, artık öldürmeyi arzuluyordu. Savaş istiyor, kan dökmek için can atıyordu.

İmparator Azir’in saltanatı sırasında, ateşten olma sihirli bir varlık, mühürlü lahitlerden kaçtı. Shurima’nın bir kasabasını yerle bir ettikten sonra, çölün kızgın ve uçsuz bucaksız kumlarında kaybolup gitti. Renekton ve ağabeyi Nasus, acilen bu varlığı durdurup, diğer şehirlere zarar vermesini engellemeliydiler. Yükselişe ermiş iki kardeş, Shurima’dan ayrılıp yollara düştü. Shurima, yükselişe ermiş bu iki kardeşten mahrum kalmıştı. Şehir merkezinde ise yükseliş törenleri devam ediyor ve halk sıradaki yükselişe erecek kişiyi bekliyordu. Xerath adındaki imparatorluk büyücüsü, genç imparator Azir’i kandırıp, kendisinin de yükselişe ermesi gerektiğini söyledi. Fakat bu bir yükseliş değil, Shurima için bir felaket oldu. Renekton ve Nasus, başkentten bir günlük mesafe uzaktalardı; buna rağmen yükseliş töreninde gerçekleşen şok dalgalarını hissetmişlerdi. Şehirde, kötü bir şeyler oluyordu.

Alelacele, bir an bile dinlenmeden geri dönen kardeşler, yok olmuş şehrin ortasında Xerath’a ve tüm gücü kurutulmuş ulu güneş kursuna rastladılar. İmparatorluğun büyücüsü Xerath, kara büyünün enerjisinden ibaret bir varlığa dönüşmüştü. Ne onlar gibi yüce, ne de eskisi gibi bir insandı. Masmavi parlıyor, içinde karanlık enerji dolaşıyordu. Sanki güneşin bir parçası kopmuş, karşılarında dikiliyordu. Yapabilecekleri tek şey, ellerinden kaçan ateşten olma kadim varlığı barındırmış olan lahite, Xerath’ı hapsetmekti. Bir gün ve bir gece savaştılar. Yükselişe ermiş Shurima’nın savaşçıları, Xerath’ı bir türlü zaptedemiyorlardı. Ne Renekton’ın gücü, ne de Nasus’un bilgeliği, onu durdurmaya yetmeyecekti.

Renekton, ağabeyi Nasus’a “Önemli olan biz değiliz. Bizler sadece Shurima’nın yaşaması için varız. Eğer Xerath’ı durduramazsak, bu topraklarda Shurima’yı hatırlayacak kimse kalmayacak. Hapset bizi. İmparatorun mezarına, sonsuza kadar mühürle!” diye seslendi ve Xerath’ı mezara doğru sürükledi. Nasus da arkalarından mezarı sonuna kadar mühürledi. Xerath ve Renekton, yıllarca, durmadan, usanmadan, bir an bile geri çekilmeden, karanlığın ortasında savaşmaya devam ettiler. Yüzyıllar boyunca sadece Xerath’ın kara büyüleriyle değil, sözleri ile de savaşmak zorunda kaldı Renekton. Artık oraya nasıl düştüğünü, ne için orada olduğunu unutmaya başlamıştı. Xerath’ın sözleri, gerçekleri olmuştu. Renekton’ı oraya Nasus’un hapsettiğini, gücün sadece kendi elinde olmasını istediğini düşünüyordu. Nasus’un onun başarısını kıskandığına ve yükselişi onunla asla paylaşmak istemediğine inanıyordu.

Karanlıkta, parça parça yok oluyordu Renekton. Düşünceleri Xerath’ın sözlerinden etkileniyor ve zehirleniyordu. Aklını yitirmeye başlamıştı. Sanki düşmanı karşısındaki büyücü değil, kardeşi Nasus’tu. Binlerce yıl ardından, İmparator Mezarı, paralı asker Sivir tarafından açılınca, Renekton ve Xerath serbest kaldı. Mezardan dışarı adım atar atmaz, öyle bir kükredi ki Shurima’nın çölündeki her kum tanesi, kükremesiyle titredi. Havada kardeşi Nasus’un kokusunu arıyordu. Hakikati göremez hale gelen Renekton’ın tek düşmanı, öz kardeşiydi artık. “Nasus benden sonsuza dek kaçamazsın.”

Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Video Konusu