”İçinde akan şey, ölümün olacak.” – Vladimir
Zalimliğin, dehşetin ve saf gücün imparatorluğu… Güneşin bile üzerine doğmak istemediği, acımasız savaşçılarla dolu topraklar… Dışarıdan bakıldığında, oraları bilmeyen birisi için, cehennemin ta kendisi… Büyük bir gizem ve karanlığın hüküm sürdüğü korku diyarı… Noxus!
Kervanların geçmekten korktuğu bu topraklarda atılan her adım, alınan her nefes, yaşanılan her dakika, bitmek bilmeyen bir azap gibiydi. Rüzgarının şiddetinden(!) bırakın hareket etmeyi, ayakta durmanın bile neredeyse imkansız olduğu Fırtına Düzlüklerinin uçsuz bucaksız topraklarında bulunan gizemli tapınaklarda, kadim büyücülerin bile tek bir kelimesini dahi ağzlarına almak istemeyeceği kadar karanlık büyülerle uğraşan keşişler yaşardı. Tapınakların her biri, cehennem kadar karanlık ve korku doluydu. Asırlardır süregelen, tüyler ürpertici hikayelerde geçen ve kimsenin gerçekliğini sorgulamadığı büyü geleneklerinin sırları, bu tapınaklarda kara keşişler tarafından saklanırdı. Bu tapınaklardan bir tanesinin çevresi ise, yanlışlıkla oraya çok fazla yaklaşan yolcuların cesetleri ve vücutlarından akan kanın, toprakta bıraktığı kuru izlerle doluydu.
Gençlik yıllarında canice arzularını bir türlü bastıramayıp birçok cinayete karışan ve daha bir gün önce kendi yaşındaki iki oğlanı öldürmüş katil Vladimir’in yolu, Noxus’tan kaçısı sırasında bu dağlara düştü. Leş ve kan kokularıyla bezenmiş Fırtına Düzlükleri, onun merakını iyice kabartmıştı. Öldürmeye aç ve karanlık ruhu, Vladimir’e büyük bir güç sağlıyor, bir an bile durup dinlenmeden, bu büyük katliama neden olan gücün kaynağını aramasına yol açıyordu.
Elleri… hayır… tüm vücudu, hayır hayır… teninin her bir zerresi, zihninin en derin uçurumları bile öldürmenin verdiği zevki tekrar yaşayabilmek için amansızca titriyordu. Elleri ile sarıldı kollarına. Nefes almakta bile güçlük çekiyordu Vladimir. Yerde yatan cesetler, çevrelerinde kurumuş ve toprakla bütünleşmiş kan… Sanki bu ölü bedenler, kalp tohumlarından yeşeren ağaçlar gibiydi onun için. Ölüm, Fırtına Düzlüklerinde hayat buluyordu…
Topraktaki kanın en kuru olduğu yere doğru, olayların ilk başladığını düşündüğü ölümün bahçesine doğru yürümeye başladı. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki, sanki yerinden fırlayıp, diğerlerinin arasına karışacaktı. Cesetlerden oluşan yığın, onu yıkık dökük taş bir tapınağa kadar götürdü. İçeriden yükselen karanlık, tapınağın girişini saran boğuk bir hava…
Girişin önünde dikilen Vladimir, tapınaktan gelen bir sesle kendine geldi. Sanki bir şey onu izliyor, kulağının dibinde hırlıyordu. Daha dikkatli bir şekilde tapınağın karanlığına bakınca, kendisini kan kırmızısı gözleriyle süzen, ihtiyar bir keşiş gördü. İlk başlarda keşiş, Vladimir’i, her zaman oralardan geçen gezginlerden birisi sandı. Bakışlarıyla onu korkutmak, dizlerinin bağını çözmek, acınası hale düştüğünde ise ölüm bahçesine bir tohum daha ekmek istiyordu. Fakat keşişin tapınağının önünde bu kez sıradan bir gezgin değil, kan ve vahşet için ruhu çığlıklar atan, acımasız ve zalimliğin imparatorluğu Noxus’tan kaçmış, katil Vladimir duruyordu.
Keşiş, dehşete düşmüştü. Böylesine bir insan, nasıl oluyordu böyle bir şeytani bakışa sahip olabilir di ki? “Çocuk… Uğursuz arzularını, asırlardır süre gelen bu kadim büyülerden bile daha karanlık ruhunun hapsolduğu fani bedenini al ve çek git buralardan!” diye haykırdı. Ne kadar Vladimir’in yaydığı enerjiden çekinse de, onun bu cesaretini, insanların can suyunu nasıl kontrol edip yönlendireceğini öğreterek ödüllendirmek istedi. Çünkü her bir keşiş, ustasından ona miras kalan kadim büyüyü, değerli bir çırağa aktarmakla yükümlüydü.
Kana ve öldürmeye olan arzusuyla keşişin öğretilerine sıkı sıkı sarılan Vladimir, artık insanların can suyunu kontrol edebiliyor ve hatta tapınağın yakınlarından geçen yolcular üstünde pratik yapıyordu. Her bir seviyede daha da tehlikeli olan bu öğretiler, son derse gelindiğinde ise dönüşü olmayan bir yola soktu Vladimir’i. Ya bu öğretiyi de uygulayıp, tam anlamı ile bu kadim büyünün koruyucusu olacak ya da başarısızlığı ile ölümün bahçesinde yerini alacaktı.
Son öğretinin ayini esnasında bir şeyler ters gidiyordu. Vladimir bunun farkında bile değildi, çünkü o, hissettiği büyük gücün verdiği zevkte kaybolup gitmişti bile. Keşiş ise Vladimir’in bu başarısıyla, büyük bir sürprizle karşılaştı. Kanının her bir damlası, vücudunun her bir zerresinden damla damla çekiliyor, keşiş tüm yaşam enerjisini kaybediyordu. Sadece vücudundaki kan ve ruhundaki enerjiyi değil, bugüne kadar süregelen tüm öğretiler, ustalarından ona miras kalmış bilgeliği, artık Vladimir’in bir parçasıydı. Artık o, ustasının ve ondan önce gelen her kan büyücüsünün özütünü taşıyordu.
Asırlardır birikmiş bir bilgelik ve karanlık, kadim bir büyü ile aniden yapayalnız kalıverdi Vladimir. Öğretilerini tamamlayıp, üstün bir güce eriştiğine göre, artık kaçmasına gerek dahi yoktu. Bir an önce Noxus’a dönüp, sanatının üstünlüğünü, Noxus Üst Komutasına göstermeliydi.
Vladimir’in gücü öylesine mide bulandırıcı, öylesine iğrençti ki, saray muhafızlarının uğradığı akıbetleri gören yöneticiler, onu durdurup hapsetmek yerine, yeteneklerinden faydalanmayı seçtiler.
“Burası benim krallığım. bunun tadını çıkaracağım. Kalkın ve benimle yüzleşin! Hayatınızın damla damla akışını izleyin ki bunca kan heba olmasın…” Vladimir